LAZLARIN GERÇEK TARİHİ
Ildiko Beller Hann*
Etnik konuların önem kazanması artık sıradan bir durum haline gelmiştir. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki eski politik sınırların yeniden çizilmesi, yeni bağımsız ‘ulus devletlerin’in sayısında dramatik bir çoğalmayı sağlamıştır. Kültürel ve etnik bilincin ortaya çıkması, Sovyetler Birliği veya başka bir yerdeki, belirli derecede otonomiyi önceden kullanabilme yeteneğine sahip olan sayıca daha büyük gruplarla sınırlı değildir. Daha küçük gruplar da derinden etkilenmiştir. Yakın zamana kadar etnik bilinç etnik bilinç belirtisi göstermeyenler bile.
Bu makalenin konusu, Türkiye’nin kuzeydoğu köşesinde yaşayan Lazlardır. Tarihleri ve etnik kimlikleri, çeşitli çağdaş yazarlar tarafından çelişkili ele alınma konusu olmuştur. Son aylarda Laz entellektüelleri, Lazların tarihinde şimdiye kadar benzeri olmayan bir hareket, kültürel tanıma için bir çalışma başlattılar. Kendi kültürel miras ve tarihlerine olan yeni bir ilgi, belirli bir derecede Gürcüstan ve eskiDoğu Bloku ülkelerinde başka yerlerdeki olaylardan etkilenmiş olabilir ama diğer etkiler de bu duruma katkıda bulunmuştur.
Laz tarihi ve kimliğini oluşturmaya yönelik çeşitli girişimleri inceleyecek ve bu konularda yerel tavırları da tartışacağım. Bu makale, parçalanmış ve çok sayıda küçük gruplar arasında bilekültürelbilinci arttıracak yeni ideolojilerin bina edilmesinin nasıl mümkün olduğun bir çerçeve çalışması olarak tasarlanmıştır. Etno-milliyetçi hareketler ve daha genel olarak etnik çekişmelerin incelenmesi için bir karşılaştırma olabilir.
Bildiğim kadarıyla, şimdiye kadar Lazlar konusunda eleştirel bir değerlendirme girişimi olmamıştır. Zira daha aşırıya kaçan görüşlerin bazı temsilcileri, diğer araştırmacılar tarafından ciddiyetle hiç ele alınmamıştır. Bilimsel kesinlik ve geçerliliklerine bakılmaksızın bu alandaki bütün görüşler göz önünde bulundurulmalıdır. Böyle ‘tarih’lerin yaratıcıları, uluslararası bilimin ayrı dünyası tarafından ciddiye alınmamalarına rağmen, kendi ülkelerinde çok ciddiye alınabilirler ve yerel grupların etnik bilinci yanı sıra ulus devletlerin ideolojisi üzerine aşırı etki ederler.
Lazlar (1), Kafkasya orijinlidir. Megrelce ve Gürcüce’ye akraba olan dillerini (Lazuri Nena) günümüze kadar korumuşlardır. Lazca konuşanların sayısıyla ilgili resmi istatistik veriler bulunmamasına rağmen, bütün olarak bu dili konuşanların sayısı 250.000’den daha fazla gözükmüyor. Türkiye’nin Doğu Karadeniz kıyıları boyunca olan yerleşimleri, Batı Anadolu’daki bazı muhacir köylerini, Türkiye’nin büyük çaptaki diaspora’yı ve Gürcistan’da yaşayan az sayıdaki halkı kapsar (Feurstein, 1983, s.26, 1992,s.206, Andrews, 1989,s. 430-433).
(Osmanlı) Lazistan(ı), politik ve idari bir birim olarak, tarih boyunca değişen sınırlara sahip olmuştur. (bkz. Bryer, 1966, 1980). Bununla beraber, Lazca’yı konuşanların çoğunun yaşadığı bölge, Doğu Karadeniz kıyılarının hemen hemen daha kısa uzantısıyla sınırlıdır. Yani, doğuda Sarpi sınır köyü ve batıda Pazar’ın Melyati köyü arasında. Kuzeydeki doğal sınır Karadeniz ile oluşur. Güneyde ise denk bir rol Kaçkar dağlarına atfedilebilir. Br yer’e göre, Lazların anavatanlarının Abhazya’Nın kuzeydoğu sınırlarında uzanması mümkündür. Bazı klasik dönem coğrafyacıları ‘Lazları Kolhlar ile bir tutarlar. Bunun, Karadeniz’in doğu hilali halklarını işaret eden geniş bir terim olduğunu da not eder (Bryer, 1966,s.175). Kaçkar dağları, Karadeniz Bölgesi ve Anadolu platosu arasında gerçekten doğal bir coğrafi sınır teşkil ederken, kuzeydeki meyilli, bir dereceye kadar Laz köylerinden daha yukarıda Hemşinliler yaşadığı için etnik sınırları göstermezler. Hemşililer de Lazlar gibi Müslümandırlar ve en azından bazı yerlerde dillerini ve grup kimliklerini korumuşlardır. Hemşinliler, geleneksel hayvancılıkla ilgili hayat tarzıyla bağlantılı olarak, “Kıyı Lazları” esas olark tarımcı ve balıkçı yaşam tarzlarıyla anılmıştır. Bununla beraber, Bryer şunları belirtiyor:
“...Doğu ve orta Pontos Lazları ve kıyı vadileri Grekleri arasındaki en büyük fark etnik değil ekonomiktir. Prokopyus’un zamanından bu yüzyıla kadar, kıyı halkı büyük ölçüde tarımcıyken, Lazlar ekseriya hayvancılıkla ilgiliydiler” (Bryer, 1966, s.180).
Feurstein’e göre Bizanslı ve diğer yazarlar, Trabzon’u bir Laz lianı olarak yanlışlıkla andılar ve bu yanlışlık daha sonra Osmanlı yazarlarıtarafından tekrarlandı (2) (Feurstein, 1983, s.22). Hemşinlilerin bugün yaşadıkları yörede ortaya ilk çıkışlarını, Batı’ya diğer halkların göçüyle tesadüf eden Arap işgalleri zamanlarından başlatır. Araplara karşı doğu sınırında tampon bir bölge yaratmaya istekli Bişzans bu eğilimi destekledi. (Feurstein, 1983,s.21-23). Bryer, Lazlar ve Tzanların güney ve batı Karadeniz kıyıları boyunca sürekli hareketlerini de tartışır (Bryer, 1966,s.174). Bu kolay anlaşılır aykırılıkların ikna edici bir açıklaması, ‘Laz2 teriminin geç Bizans dönemlerinde bazı durumlarda değişikliğe uğradığını belirten Meeker tarafından veriliyor:
“Laz” terimi yabancılar tarafından Pont halklarını topluca ifade etmek için kullanıldı. O yörede yaşayanlar tarafından da, tamamen Bizanslaşmış, Grekçe konuşan Pontikliler’den (Rhomaioi) ayırt etmek üzere, yeterli derecede Bizans kültürü alamamış (Lazoileri) işaret etmek için kullanıldı. (Meeker, 1971,s. 337).
Laz teriminin ilk yüzyılları, onların Hristiyanlığa geçirilmelerine tanık oldu, ama bu bile onların Bizans İmparatorluğuyla birleşmelerine yol açmadı. Bizanslılar ve Persler arasındaki husumet yüzyıllar boyunca, Lazların bir derece bağımsızlıklarını korumuş oldukları gözüküyor.. Bryer’in sözleriyle “7.yüzyıldan sonraki Laz tarihi Bizanslılaşmış ve Türkleşmiş bir azınlığın tarihidir yalnızca” (Bryer, 1966,s.178). Lazların yaşadığı bölge daha sonra Trabzon İmparatorluğu’na dahil edildi. Trabzon’un 1461’de Türklerin eline geçmesinden sonra bile bir dereceye kadar otonomilerini sürdürmeyi başardılar ve yerel derebeylerinin yönetimi altında kaldılar.
Pontik Türk toplumunun teşekkülü, yerel halkın İslamiyete geç(iril)mesiyle ardarda ilerledi. Muhtemelen Hemşinlilerde 15.yüzyılın başlarından, Lazlarda 16.yüzyılın sonlarından başlamak üzere gerçekleşti (Bryer,1966, s. 181; 1980, s.42; Bryer-Winfield, 1985,s.337; Meeker, 1971,s.341). Meeker, Pontos’ta Türk nüfusunun daha kademeli olduğu ihtimalini ileri sürerken (1971,s. 340, Feurstein, sıkıştıran ekonomik faktörler üzerinde durmaktadır. Yani, gayri-müslim tebaadan istenen vergiler (haraç) ödemede halkın zorlanması, Lazların din değiştirerek İslamiyete geçmeye zorlandı. (Feurstein, 1983, s.23).Meeker, yerel Pont halkının, gelen Türklerle karışmasının, Anadolu’daki benzer durumdan onları farklı kılan özellikli, karışık durumlar yarattığını iddia eder(Meeker, 1971, s. 320). Bölgenin doğuya doğru olan coğrafi açıklığı, Pazar’ın doğusundan başlamak üzere Lazca’nın, Bizans, Osmanlı ve modern Türkiye dönemleri boyunca korunmasına muhtemelen katkıda bulunmuştur. 20.yüzyıldan önce bu bölge, hiç bir zaman tamamıyla büyük bir imparatorluğa entegre edilmedi, ama tampon bir bölge işleviyle onlara gevşek bir yapıda müttefik kaldı. Bu bçölgenin modern tarihi bir dereceye kadar klasik dönemlerdeki tarihiyle benzerlik gösterir: Pers-Bizans tehditleriyle Osmanlı- Rus konfliktleri yer değiştirmiştir. Geçmişte olduğu gibi, Lazlar Batı’ya çekilme eğiliminde olmuşlardır. Bunun için tek nedeninin Lazların dini ilişkileri olduğu düşünebilir. Grek ortodoks dinine döndürülmelerinden itibaren Bizanslı komşularına daha yakınlık hisstemiş olabilirler. Osmanlı – Rus ihtilafı alevlendiğinde çoktan Müslümanlaştırılmışlardı.
19.yüzyılın başları, merkezi Osmanlı hükümetine karşı kendilerini başarıyla kabul ettiren yerel derebeylerinin güçlenmesine tanık oldu. 1878’de Güney Kafkasya bölgeleri Rusya’nın bir parçası haline geldi. Ruslar derhal Müslüman nüfusu hristiyanlığa dönmeye zorladılar. Bu durum bir çok Lazın, Batı Anadolu’ya şimdi topluca yaşadıkları yörelere göçünü teşvik etti.(Pleczek, 1987, s. 26). Birinci Dünya Savaşı boyunca Lazlar Osmanlılara ayrı bir sadakat gösterdiler. 1924’te Lazistan Sancağı idari bir birim olarak kaldırıldı ve Lazların yaşadığı yöre Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası oldu.
Bu tarihsel hatlar, Doğu Karadeniz bölgesinin etnik ve ekonomik açılardan hiç homojen olmadığını göstermektedir. Bu durumun aksine olarak, yaygın olarak kullanılan Laz teriminin bütün Doğu Karadeniz kıyısıyla ilgili kullanımı tamamen de temelsiz değildir. Meeker, yerleşim modelinde (dağınık köyler), evlerin tipi ve bir dizi soyla edet (üretimde kadının rolü de dahil) Anadolu’nun diğer yerlerinden tamamen farklı özellikler gösterdiğini inandırıcı bir şekilde gözler önüne seriyor 8Meeker, 1971, s.326-330). Bu benzerlikler, coğrafi faktörlerle, Kafkasya ile olan yakın bağlarla ve bütün bölgenin karmaşık rtnik, birbirini etkileyen tarihiyle de açıklanabilir.
Yunanistan’da yaşayan Pont Greklerinin de, modern Türkiye’nin Lazları gibi Lazoi olarak adlandırılmaları birrastlantı değildir (Meeker, 1971, s.332). Laz terimi aynı zamanda bölgenin etnik çeşitliliğini de saklar. Çoğu kişi yalnızca, yazılı eserlerde Türkçeleri acaip aksanlı ve komik, zeki ama kurnaz karakterli olarak geniş ölçüde tartışılan, bir dereceye kadar aykırı stereotiplerden haberdardır. Enerjik, cesur, vahşi, kadınlarına karşı zalim ama çocuklarının eğitimine düşkün oldukları düşünülür. Bu genel streotip, daha doğuda yaşayan küçük farklı grupların (Laz, Gürcü, Hemşinli) bilinmesi için küçük bir alan bırakır. Bununla birlikte, Melyati’nin doğusundaki doğal vadilerinde Lazca konuşanlar arasında daha uzun bir ikamet, yalnızca Lazca diyalektler arasındaki farkları değil, sosyal adetler, ahlak ve ideallerdeki anlamlı bölgesel değişmeleri açığa çıkarır. Bu değişme, ayrı vadilerin nispeten birbirlerinden izolasyonunun ve 1960’ların başlarında inşa edilen sahil yolundan önce taşıma ve iletişim zorluğunun direkt bir sonucudur.
Bu bölgede, başka yerlerde olduğu gibi kişi ve yer adları Türkçeleştirilmiştir. Yer adlarının Türkçeleştirilmesi nispeten yakın bir dönemde gerçekleştirildiği için, eski yer adları hala halk arasında kullanılmaktadır. Toumarkine, Lazların asimilasyonuna ilşkin faktörleri şöyle sıralıyor: Kişi ve yer adlarının tamamıyla Türkçeleştirilmesi, Laz olmayan gruplardan evlilikteki artış, hükümet tarafından Lazca’nın kullanımının ‘desteklenmemesi’, Lazca konuşanların Türk toplumuna milli, dini ve ekonomi entegrasyonları (Toumarkine, 1991, s.110). Lazca’nın kullanımı ve kültürün yaşatılmasını kesecek sıkı tedbirlerin gereksiz olduğunu çünkü asimilasyon prosesinin her halükarda vuku bulduğunu da ekliyor 8Toumarkine, agy). Bu münasebetle Lazları Türkiye’deki azınlık politikasının kurbanı olarak gören Feurstein’in görüşünü aktarır (Feurstein, 1983,s.29-35).
Bu bölümde fikirleri üzerinde durduğum yazarların her birinin Lazlara yönelik bakış açı ve yaklaşımları var. Bryer, Greek Ortodoks araştırmaları ve Bizans tarihi açısından bir arka plana sahip. Lazlara olan ilgisi, derinlemesine Pontos çalışmalarının bir yan dalı düzeyindedir. Meeker bir antropoljisttir. Toumarkine bir öğrenci; Feurstein Laz Dili, maddi kültürü ve mitolojisiyle ilgili tutkulu bir araştırmacı. Ama bu insanların hepsi temel olarak ‘gerçekten olduğu gibi’ Laz tarihini anlamaya çalışıyorlar. Mevcut delilleri eleyerek ve desteklenemeyecek iddiaları bir kenara bırakarak tarih biliminin standart metodlarını uygulamaya çalışıyorlar. Şüphesiz tarafsız değiller, ama çalışmaları araştırma ve eleştiriye açıktır. Onların ki, mitoloji ve ideolojiye karşı koyan ‘objektif tarih’ yazma girişimidir